Hikayemizin kahramanlarından olan Yiğit, eşim Fırat’ın çocukluk arkadaşı.
Hamburg’da yaşıyor ve arkadaşlıklarının başladığı 1990’lı
yıllardan itibaren hep Fırat’ı davet etmiş Almanya’ya. Ama Fırat bir türlü fırsat bulamamış, ta ki
2015 senesinde ben bir Hamburg tatili organize etmeye karar verene kadar.
Tabi ki süreç uçak
bileti bakmakla başladı. Bir çok firma uçuyor Türkiye-Almanya arası ama
aralarında sadece SunExpress’in İzmir – Hamburg direkt uçuşu var. Haftanın
belli günleri sadece ama takviminiz uyuyorsa aktarma yapmadan yurt dışına
gidebilmek büyük kolaylık ve rahatlık sağlıyor. Hamburg’da Yiğit’in evinde
kalacağımız için bu sefer otel bulma ve gitmeden önce araştırma yapma kısmını
es geçtim, Yiğit bizi nasılsa gezdirir dedim. Aynen de öyle oldu, şimdi bu
satırları okurken ona ve tatlı kız arkadaşı Kelly’ye bir kez daha teşekkür
etmek istiyorum birlikte geçirdiğimiz bu birkaç güzel gün için.
4 Nisan Cumartesi günü sabah saat 7 de uçağa bindik, ve
saat 10’da Hamburg’daydık. Yiğit bizi havaalanında karşıladı ve arabayla kısa
bir şehir turu attıktan sonra şehrin merkezinde yer alan ve şehrin en yüksek
binaları olan Mundsburg Plaza’sındaki evine götürdü.
Mundsburg Plaza 3 tane yan yana dikilmiş yüksek binadan oluşuyor. Alt katlarda alışveriş merkezi ve restaurant’lar, üst katlarda ise ev ve ofisler var ve manzara tüm Hamburg’a hakim.
İlk bakışta Hamburg;
çok düzenli, çok temiz, değişik mimari yapıların yer aldığı, ama şehrin
genelinde kırmızı tuğlalı klasik yapıların olduğu büyük bir şehir. Şehrin
kuzeyinde ise çok büyük bir park var, “Stadt Park”.
Evde biraz dinlendik, Yiğit’in bize yaptığı espresso’ları
içip enerjimizi fulledik ve artık şehri gezmeye hazırız. : )
İstikamet ilk olarak Hamburg limanı. Bu liman Almanya’nın en büyük limanı, Avrupa’nın ise
en büyük ikinci limanı imiş. Kafe’ler ve restaurant’lar ile çevrili bu büyük
limanı biraz turlayıp cafe’lerden birine oturup biraz keyif yaptık. Biz
oturduğumuzda hava gayet güneşli ama elbette ki bir miktar soğuktu. Biz
otururken önce kar ardından yağmur yağdı, ve yarım saat sonrasında tekrar güneş
açtı. Hava durumu bu şekilde değişkenlik gösterebiliyormuş, bunu normal
sayabilirmişiz yani bize biraz tuhaf gelse de.
Akşam yemeği için Mr Cherng isimli bir çin lokantasına gittik. Kişi başı all you can eat 20 €. İsterseniz yiyebileceğiniz kadar suşi yiyin, isterseniz açık büfeden istediğiniz içerikleri seçip tabağınıza koyun mutfağa verin ve pişirilip masanıza gelsin.
Akşam yemeğinden sonra Hamburg’un gece hayatı denince ilk
akla gelen merkezi olan St. Pauli’ye gittik. Burayı Amsterdam’ın Red Light
District’ine benzetenler olmuştu okuduğum yazılarda. Ama bana göre hiç alakası
yok. Evet fuhuş var, evet barlar ve gece kulüpleri de var aynı Amsterdam’da
olduğu gibi. Ama Red Light bir şekilde turistik bir yer olmayı başarmış. Ama St
Pauli’de kendimi İstanbul’un arka sokaklarında gibi hissettim ben. Çok
kalabalık sokaklar, barlardan taşan insanlar, adım başı rastlayacağınız
evsizlerle dolu bir yer.
Ertesi gün Blankenese diye bir yere gideceğimizi söylediler.
Nereye gittiğimizi bilmeden bindik arabaya. Bu arada bizim Hamburg’da
geçirdiğimiz günler Paskalya tatiline denk gelmişti. Bu sebeple trafik çok
fazlaydı & hiçbir mağaza açık değildi. Blankenese’ye giderken de çok trafik
vardı, 20 dakikalık yolu iki katı sürede aldık.
Burası Elbe Nehri kıyısına
kurulmuş şirin evleri, dar sokakları ile tipik bir Akdeniz havası estiren,
büyük şehrin karmaşasından uzak tatlı bir kasaba.
Biz kumsalda yürüyüp, nehir kenarındaki cafelerden
birinde oturup güneşli havanın tadını çıkardık. Gerçekten çok keyifli bir
gündü.
Akşam da Vezos isimli bir yunan restaurant’ına gittik. Uzun
zamandır yemediğimiz kadar güzel yunan mezeleri yiyip yanında da çok güzel bir
şarap içtik. (Retsina şarabı)
Ertesi gün tipik bir Avusturya cafe’sine gittik kahvaltı
için. Hamburg’a gidip Alman mutfağı dışında her türlü mutfağı denemişsiniz
dediğinizi duyar gibiyim, evet öyle denk geldi ama hepsi de çok güzeldi. Bu
sebeple olacak ki döndüğümüzden beri Hamburg’da aldığımız kiloları vermeye
çalışıyoruz hala : )
Burada sadece Avusturya’ya özgü lezzetler değil, Almanya
mutfağından da değişik tatlar deneyebildik. Örneğin Almanya’nın Bavyera
bölgesinde meşhur olan Weisswurst isimli bir çeşit sosis sipariş ettik,
haşlanmış suyun içinde yanında Pretzel’i ve hardal sosu ile birlikte servis
edildi. Çok lezzetliydi ve değişik,
yöresel bir lezzetti bizim için.
Karnımızı doyurduktan sonra güzel güneşli havanın tadını
bisiklet kiralayarak çıkaralım dedik. İzmir’de yeni yeni yaygınlaşan
belediyenin bisiklet hizmetini biliyorsunuz herhalde. Bisikleti bir istasyondan
kiralayıp yolunuzun üstündeki herhangi bir istasyonda bırakabiliyorsunuz, ve ne
kadar süre bindiyseniz o kadar para ödüyorsunuz. Aynı sistem Hamburg’da da vardı.
Şehir çok düzenli ve düz olduğu için bisiklete binmek için ideal ama
Amsterdam’la karşılaştırılamayacak kadar da az var bisiklete binen.
Biz de yolumuzun üstünde bir lokasyondan aldık bisikletleri, şehrin
içinden dolaşa dolaşa Alster Park’a gittik. Bu park şehrin göbeğindeki 160
hektarlık bir alanı kapsayan Alster gölü’nün çevresinde yer alıyor. Parkta
köpeğini dolaştıran, yürüyüş yapan, jogging yapan, minik iskelelerdeki
şezlonglarda keyif yapan veya gölün etrafındaki irili ufaklı cafe’lerde bir
şeyler atıştıran insanlara rastlamak
mümkün. Biz de bisikletlerimizi güvenli bir yere bırakıp cafe’lerden birinde
biraz soluklandık.
Şansımıza o gün hava yine çok güzeldi. Her sene mayıs ayında
bu parkta “The Japanese Cherry Blossom Festival” gerçekleşirmiş ve havaifişek
şovlarıyla dünyanın birçok ülkesinden turisti çekermiş. 1960’lı yıllarda Japon
halkı Alman halkının misafirperverliğine teşekkürlerini sunmak için şehrin
birçok yerine kiraz ağaçları dikmiş. O zamandan beri Alsterpark’ta bu güzel
pembe çiçekli kiraz ağaçlarına denk gelmek mümkün. 1968 yılında ise havaifişek gösterileri
başlamış ve o günden beri bu bir tür gelenek olmuş.
Bu kadar değişik kültüre ait farklı yemekler yedikten
sonra Hamburg’daki son gecemizde evde “Raclette Pizza” yaptık. Bu klasik bir
Alman geleneğiymiş ve özel günlerde yapılırmış. Raclette dedikleri aslında
elektrikli fırın gibi bir şey. Fişe takıp masanın ortasına koyuyorsunuz.
Öncesinde pizzanın malzemeleri hazırlanıyor. Sonra küçük teflon kaplara hamuru
yayıp, önce domates sosunu üstüne de istediğiniz malzemeleri koyuyorsunuz. Sonuçta ortaya çıkan mini pizza tamamen sizin
spesiyaliniz oluyor, ben kendi Tuna Spesyallerimi çok beğendim mesela : )
Hamburg’da daha yapılacak çok şey, gezilecek çok yer
vardı ama kısıtlı zamanda elimizden geldiği kadar gezip tozduk, yedik içtik : )
Bu arada Alman biraları gerçekten çok güzel. Yiğit'in deyimiyle "yummyyyy" : )))
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder