2 Kasım 2016 Çarşamba

Yelkenli Tekne ile Simi Adası


Çok uzun zamandır gezi yazısı paylaşamıyorum. Çünkü yeni yerler keşfedemiyorum. Bunun sebebi bir süre önce bir yelkenli tekne sahibi olmamız ve bütün enerjimizi ona harcamamız. Hala çok acemi olduğumuz için her fırsatta tekneye gidip yelken yapıyoruz ve deneyim kazanıyoruz. Ama bu demek değil ki artık yeni ülkeler, yeni insanlar, yeni kültürler tanıyamayacağız... 2016 yılının büyük bir kısmı bu şekilde geçti belki ama geçtiğimiz Eylül ayında yelkenlimiz ile bize çok yakın bir Yunan adası olan Simi’ye gittik. Tekne zaten Marmaris’te olduğu için, Simi Adası da Marmaris’e çok yakın olduğu için en çok zevk aldığımız iki şeyi birleştirmiş olduk; yelken yapmak ve yeni yerler keşfetmek...
Tam biz Simi’ye gitmeye karar vermiştik ki, Kestane Kırası fırtınası boy gösterdi. Fırtınada çıkmaya cesaret edemeyince, geçmesini bekledik ve bu sebeple de seyir planımızı iki gün erteledik. Fırtına geçince sabah erkenden çözdük palamar halatlarımızı ve yeni bir maceraya doğru seyre başladık. Fırtına sonrası hava çok sakindi ve rüzgar neredeyse yok denecek kadar azdı. Biz de Simi’ye olan bu ilk seyrimizi motor seyri olarak gerçekleştirmek durumunda kaldık.
Kendi yelkenlimizle gittiğimiz ilk Yunan adası olan Simi, benim için her zaman çok ayrı bir yere sahip olacak. Ama adanın hakkını yemeyelim, Simi zaten çok şirin bir ada. Limana girerken gördüğünüz ilk şey koyun yamaçlarına kurulmuş pastel tonlardaki rengarenk evler oluyor. O an hayalimde canlanan şey bunun bir masal olduğu, benim de bu masalın kahramanı olduğumdu...

simi, liman, tekne

Simi’ye gitmek için illa ki tekne sahibi olmanız gerekmiyor elbette. Marmaris, Bodrum ve Datça’dan veya çevredeki diğer yunan adalarından (Rodos gibi) adaya gelen  yolcu gemileri mevcut.
Kısaca adanın tarihinden bahsedecek olursak; Simi Adası (adanın Türkçe ismi Sömbeki bu arada) 1522 yılında Osmanlı egemeliği altına girmiş. 1912’de İtalyan işgali başlamış. 1944’de İngilizler adayı üçüncü kez ele geçirmişler. Ve 1945 yılında On iki adanın Yunanistan’a teslimi anlaşması bizzat Simi’de imzalanmış. Adada bir arkeoloji müzesi ve bir denizcilik müzesi bulunmakta. Ada halkı geçiminin büyük bir çoğunluğunu süngercilikten sağlamakta. Bu sebeple de denizcilik müzesinin temelini sünger dalıcı elbisesi, dalış makineleri, deniz süngeri çeşitleri gibi şeyler oluşturmakta.
Ada genel itibariyle çok büyük bir ada değil. Çok fazla koy var ama bu koyların çoğuna karayolu yok. Bu sebeple de tekneciler için Simi’nin yeri bir başka.

Simi’nin Dikkat İsteyen Limanı
Bizim ilk gidişimiz olduğu için Simi’ye gitmeden evvel hem daha önce gidenlere danıştık hem de rehber kitaplara baktık. Herkesin dikkat etmemizi söylediği ortak nokta limanda demirlemek üzerineydi. Limanın dip yapısı biraz değişikmiş, bu sebeple de demirlemekte sorun yaşanabiliyormuş. Liman “U” şeklinde, “U”nun ortası çok derin ve sadece kenarları demir atacak uygun derinliğe sahip. Bu sebeple siz örneğin limanın güney tarafına yanaşacaksanız, demirinizi limanın kuzey tarafına yakın bir yere atmanız gerekiyor. Bunu aklımızda tutarak limana girişimizi yaptık. Limanın girişinde hemen sağ taraftaki kulenin orada liman polisi bulunuyor. Öncelikle oraya aborda olmak ve gerekli giriş işlemlerini yapmak gerekiyordu. Ancak bizim limana giriş yaptığımız esnada aborda olmamız gereken yerde çok büyük bir yolcu gemisi vardı. Biz de orayı es geçip doğrudan limanın içine girdik ve demirleyecek uygun bir boşluk aramaya başladık. O esnada kıyıdaki palamar bize ıslık çalarak bulunduğu yeri gösterdi ve oraya yanaşmamızı söyledi. Biz de (dümende ben, demirde Fırat) önce karşı kıyıya doğru gittik, sanki oraya baştan girecekmiş kadar yaklaştık ve uygun derinlikte demiri attık. Sonra tornistan vererek ve yavaş yavaş zinciri gererek girmemiz gereken yere teknemizi soktuk. Bu aşamada Fırat benimle çok gurur duyduğunu söyledi. Genelde bir koyda kıçtan kara olacağımız zaman, ya da alargada kalacağımız zaman zaten genelde dümeni ben tutuyorum, Fırat demirle ilgileniyor. Ama ilk defa bir limana, başka teknelerin arasına teknemizi ben yanaştırdım.
Bu arada limanın yapısı biraz dar, yani manevra alanı çok yok. Bizim orada bulunduğumuz zamanlarda hiç rüzgar almadı, ama limana yanaşan büyük yolcu gemileri dolayısıyla aşırı çok dalga oldu. Hatta bu dalgalar sebebiyle de başımıza tatsız bir hadise geldi. Simi’deki ikinci günümüzdü ve Fırat’ın çalışması gerekiyordu. Ben de fırsattan istifade yalnız başıma Simi’yi keşfe çıkmıştım. Büyük yolcu gemisi o kadar çok dalga yapmış ki, bizim tekne ve yan tekne bu dalgaların etkisiyle sallanmaya başlamışlar. O kadar çok sallanmışlar ki, biminilerimiz birbirine değmiş, direklerimiz ucundan sıyırmış, bordalarımız hasar almış. Bizim tekne mavi, yan tekne beyaz olduğu için çarpmanın etkisiyle malesef mavi izler bırakmışız yan tekneye. Ama o teknenin sahibi de Türk ve neyse ki anlayışlı biriydi. Sonuçta birbirimize verdiğimiz zarar ikimizden de kaynaklanmıyordu ve ikimiz de durumu hoşgörü ile karşıladık.
Bağlanmamıza yardımcı olan liman görevlisi bizden 6 Avro aldı ve bağlanma işlemlerimiz bittikten sonra öncelikle pasaport polisine gitmemiz gerektiğini söyledi. Acele etmeden işlerimizi bitirdik, teknenin güzelce bağlandığından emin olunca da pasaportlarımızı ve teknenin evraklarını alıp limanın girişindeki kulenin oraya, pasaport polisine doğru yola çıktık. Orada giriş işlemimiz yapıldı ve pasaportlarımıza giriş damgası vuruldu. Sonra sırada gümrük vardı. Gümrük; limanın tam orta noktasında. Gümrük’te de 30 Avro verdik. Sonra limanın öbür ucundaki liman polisine gittik. Orada da translog bedeli 15 Avro verdik. Tüm bu işlemleri kendi başımıza yani arada bir acenta olmadan, bir oraya bir buraya yürüyerek gerçekleştirdik. İlk gidişimiz olduğu için acaba acentaya gerek var mı diye düşünmüştük ama iyi ki de acentayı aracı etmemişiz. Çünkü işlemleri kendin yapmak hem çok basit hem de işlerini halletmek için oradan oraya giderken bu sayede ufak bir liman turu yapmış oluyorsun. İşlemlerden sonra tekneye döndük, o esnada görevli bir bayan gelip kaç gün kalacağımızı, teknenin boyunu ve elektrik isteyip istemediğimizi sordu. 15 metrelik tekne için 3 günlük bağlanma bedeli toplam 47 Avro verdik. Bundan sonra ise özgürdük. Önce minik bir tavernaya oturup karnımızı doyurduk. Artık adayı keşfetme zamanıydı. 

yelken seyri-tekneyle simi

Keşif Zamanı
İlk günümüz Simi’nin şirin merkezini keşfetmekle geçti. İkinci günümüzde ise Fırat çalışmak zorunda kalınca ben tek başıma gezdim, biraz alışveriş yaptım. Simi’nin daha önce gittiğimiz diğer yunan adalarına göre bir  miktar daha pahalı olduğu kanısına vardım. Ada Türkiye’ye çok yakın, sezonda adayı ziyaret eden turistlerin çoğunluğunu Türkler oluşturuyor, hatta duyduğum ve okuduğuma göre Temmuz – Ağustos civarları limanda her yer Türk Bayraklı tekne olduğundan Türk koyu gibi oluyorrmuş. Hal böyle olunca da Simi halkı Türklerin yemeye içmeye ve alışverişe verdiği para konusunda cömert olduğuna uyanmış ve fiyatlarını son zamanlarda arttırmış.
Adadaki üçüncü günümüzde ise araba kiralayıp gezmeye karar verdik. Önce adanın en güneyine yani Panormitis’e gittik. Kiralayacağımız araç acaba motor mu olsun yoksa araba mı diye ikilemde kalmıştık ama iyi ki araba kiralamışız çünkü kaç tane dağ çıktık ve indik bilmiyorum, bu dağları motor yerine araba ile çıkıp inmek haliyle daha konforlu oldu bizim için. Panormitis’e gitmek yaklaşık 20-25 dakika kadar sürdü. Panormitis neredeyse tüm koya hakim olan Archangel Michael Manastırı ile ünlü. Yöre halkının inancına göre bu manastırın yapılışı Simi halkının Tanrıya olan bağlılığını sembolize etmekteymiş. Manastırda biri kilise sanatına diğeri de halk folkloruna ait iki müze, bir de Bizans dönemi sonrasına ait el yazmalarının sergilendiği bir kütüphane bulunmakta. Yaz aylarında çok sayıda ziyaretçiyi küçük bir ücret karşılığı keşiş inziva hücrelerinde misafir eden manastırı ziyaret etmek isteyenler için büyük yolcu gemileri ve diğer tekneler için koyda demirleme imkanı da var. Koyda manastır haricinde bir market ve bir restorandan başka bir şey yok. 



yelkenli tekne ile simi



yelkenli tekne ile simi

parnomitis simi ada yelkenli tekne
  

Panormitis’ten sonraki durağımız iskeledeki komşumuz Koray Ağabey’in tavsiye ettiği Marathouda koyu oldu. Ufak bir koy, koyun ilerisinde minik bir taverna, sahilde ise yiyecek için dilenen birçok keçi var. Serinlemek için minik bir deniz molası vermiştik ki, bir teknenin koya giriş yaptığını gördük. Nereye demir atacak, nasıl yanaşacak diye izlemeye başlamışken  bir de fark ettik ki koya giriş yapan tekne bize orayı tavsiye eden Koray Ağabey’in teknesi. Ama onlar Rodos’taydı, burada ne işleri var acaba derken Fırat çaktırmadan onlara doğru yüzüp sürpriz yaptı. Akşam limanda birlikte yemek yemek için sözleştik ama zamanlarımız tutmadığı için yapamadık. 


simi-marathouda-koy

 Marathouda’dan sonra Pedi’ye gittik. Burası da korunaklı bir koy olduğu için çok fazla tekneye ev sahipliği yapıyor. Sahilde eski hristiyanlık döneminden kalma vasilik kilisesine ait kalıntılar var, bunun haricinde restoran ve marketler de mevcut. Biz de hemen denizin kenarında bir restorana oturup bu güzel manzara eşliğinde acıkan karnımızı doyurduk.

simi-pedi koyu-tekne


bira-ahtapot


Pedi’den dönüşte daha önce yürüyerek de keşfettiğimiz ve bizce gerçek Simi halkının yaşadığı Horyo’dan geçtik yine. Burada savaş döneminde tahrip olan terk edilmiş veya harabeye dönmüş eski evlerin tekrardan restore edilerek kullanıma açıldığına tanık olduk. Horyo’nun en büyük meydanı Halk Derneği Meydanı’nın etrafı hep tavernalar, mağazalar ve kafeteryalar ile çevrili.

simi-pedi-horyo-liman

simi-pedi-horyo-liman
 Gelelim Simi’de ne yenir ne içilir sorusuna. Adanın Türkler arasında en meşhur lokantası Manos isimli bir balık restoranı. Methini ben de çok duydum buranın ama duyduklarım yemeklerinin güzelliği hakkında değil, fiyatlarının pahalılığı hakkındaydı. Biz burada yemek yemedik. Onun yerine biraz tepelere çıkmayı hatta yolda birkaç kez kaybolmayı göze alarak Haritomeni Taverna isimli restorana gittik. O kadar açlığa ve yolda kaybolup çıkmaz sokaklara girmeye değdi doğrusu çünkü müthiş bir Simi manzarası eşliğinde yedik yemeklerimizi. Adanın en meşhur yemeği Simi karidesi bu arada. Buraya kadar gelmişken elbette yedim ama doğruyu söylemek gerekirse pek beğenmedim. Limanda yer alan Taverna To Spitiko isimli restoranı denedik bir akşamüstü, burası da gayet güzel minik bir restoran. Hem atıştırmalık bir şeyler var hem de oturup uzun uzun meze, balık, uzo yapılabilir. Horyo’da dolaşırken de kendimizi The Secret Garden isimli bir yerde bulduk. Burası gerçekten de adı gibi gizli bir bahçe. Özellikle burayı aramıyorsanız bulmanız biraz zor. Adada çoğu yerde Turkcell çektiği için internette yaptığım restoran arayışları esnasında karşıma çıkmıştı burası. Ancak malesef mekana gittiğimizde her yer rezerveydi ve hiç boş masa yoktu. Çünkü Cuma akşamları canlı müzik oluyormuş, ve zaten minik bir bahçede kurulu olan bu şirin restoran  da o günler full çekiyormuş.    
Üç gün kaldığımız ve çok sevdiğimiz Simi adasına bu güzel üç  günün sonunda veda ederek Orhaniye’ye gittik. Ama bize bu kadar yakın olan bu şirin adaya ziyaretlerimiz eminim ki devam edecek... : )

simi limani

simi liman tekne yelkenli