11 Ekim 2018 Perşembe

Güney Afrika’nın Büyülü Dünyası



cape town



            Yeni bir uzak rotanın heyecanı sarmışken beni, geçen sene (2017) Aralık ayında gittiğimiz Güney Afrika notlarımı hala düzenlememiş olduğumu hatırladım. Biraz bilinçli bir erteleyişti bu aslında, çünkü son zamanlardaki blog ve içerik artışı kendi yazdıklarımı kıymetsiz görmeme neden olmuştu. Benim blogger olmak veya her gittiğim yeri yazmak gibi bir iddiam olmadı hiçbir zaman. Aşık olduğum duygu; yeni yerler keşfetmek sonra da bu keşfettiğim yerlerde büyülendiğim anları kelimelere dökmek oldu hep. O yüzden yeniden beyaz bir sayfa açtım ve Güney Afrika seyahatimizin bende iz bırakan kısımlarını yazmaya başladım. Bugüne kadar yazdıklarımla bir kişiye bile faydam dokunmuşsa, ne mutlu bana : )

              ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** **

        Güney Afrika uçak biletlerini İstanbul – Cape Town (Qatar Havayolları) gidiş, Johannesburg – İstanbul (Türk Havayolları) olacak şekilde almıştım. Güney Afrika’nın suç oranı en yüksek şehirlerinin başında olan Johannesburg’u görmek niyetinde değildim aslında ama Kruger National Park’a gitmeyi kafaya koyduğum için dönüşü de Johannesburg üzerinden gerçekleştirdik. Bu sayede de aktarmasız olarak direkt İstanbul’a uçtuk.

Kısa Kısa Güney Afrika
Güney Afrika güney yarım kürede yer alıyor. Biz kış mevsimini yaşarken Güney Afrika’da yaz mevsimi yaşanıyor. Ülke Türklerden vize istemiyor. Para birimi ZAR. Yaşam çok ucuz değil ama çok pahalı da değil. Sanırım Türkiye’de alışık olduğumuz düzeyde. Biz gittiğimiz dönemde özellikle Cape Town ve civarında ciddi bir su sıkıntısı vardı. Şu anki durumu bilmiyorum ama biz oradayken birçok otelde ve restoranda musluklardan su akmıyordu, onun yerine el dezenfektanları vardı. Tuvaletlerdeki su ise gri su denilen kullanılmış su idi (tuvaletler, çamaşır makinesinde kullanılmış suyu tekrar kullanıyordu yani) Orada yaşayan insanların evlerinde bir günde kaç metreküp su kullanacağını devlet belirliyordu.
Ülkede yaşayan herkes çok cana yakın. Herkes birbiri ile selamlaşıyor. Bir bara gittiğinizde sizin gibi turist olmayan, orada yaşayan farklı farklı 4-5 çiftle tanışıyorsunuz ve hepsi kendiliğinden sizin yanınıza geliyor, siz ekstra bir çaba harcamıyorsunuz lokallerle sohbet etmek için. Fakat beyaz ırk ve siyah ırkın yaşam standartları arasında uçurumlar var. İyi işlerde, iyi evlerde hep beyazlar var. Taksi şoförleri, kasiyerler, otopark görevlileri ise hep siyahiler. 

İlk Durağımız Cape Town
Güney Afrika’daki ilk durağımız Cape Town şehir merkezi idi. Cape Town’un en  meşhur caddesi olan Long Street’te, hediyelik eşya cenneti olan Green Market’e çok yakın stüdyo bir daire kiraladık Airbnb’den. Yaklaşık bir hafta kaldığımız bu daireyi kiralarken dikkat ettiğim noktalar; apartmanın kendi otoparkı olması (çünkü Cape Town’da park yeri ciddi bir problem ve araç hırsızlıkları çok fazla gerçekleşiyor) ve apartmanın kendi güvenliği olmasıydı.
Aracı hemen kiralamayıp Afrika’ daki ilk birkaç günümüzde Uber kullandık. Daha önce hiç kullanmadığımız Uber, Cape Town’da çok yaygın ve gayet de güvenli.
V&A Waterfront şehrin eteklerine kurulu Table Mountain manzaralı, deniz kenarında, çok büyük, turistik bir alışveriş merkezi. İçinde her çeşit mağaza, restoran, cafe, bar, canlı müzik yapan çalgıcılar, dönme dolap, farklı deniz canlılarına ev sahipliği yapan büyük bir akvaryum vb. her şey mevcut. İlk akşamımızı burada geçirip hem üzerimizdeki yabancılık duygusunu attık hem de Cape Town için güzel bir başlangıç yapmış olduk.

waterfront

two oceans acquarium

two oceans acquarium

two oceans acquarium

Table Mountain’a gitmek için havanın sakin olduğu bir gün seçmek gerekiyormuş. Çünkü bazen sisten ve rüzgardan çıkışlar iptal ediliyormuş. Havanın gözümüze sakin gözüktüğü bir gün biletlerimizi orada çok sıra beklememek için ev sahibimizin tavsiyesi ile internetten satın aldık. İyi ki de öyle yapmışız çünkü teleferik sırası için oluşan kuyruk tek başına epey vaktimizi aldı, bir de bilet almak için beklememiz gerekmedi neyse ki. Yukarı çıkmak için farklı trekking rotaları da mevcut ama o gün bizim tembelliğimiz üstümüzdeydi ve teleferiği tercih ettik. Yukarı çıkarken unutmamanız gereken en önemli şey yanınıza rüzgarlık gibi bir ceket almak. Çünkü yukarısı çok soğuk. Hatta Cape Town’da bir günde dört mevsim yaşanıyor desem yanlış olmaz herhalde çünkü hava bir bunaltacak kadar sıcak oluyor, bir battaniye & sıcak çikolata ikilisini özletecek kadar buz kesiyor. Bu yüzden her seferinde biz evden çıkarken ince giyinip sırt çantamıza kalın kıyafetler alıyorduk. İster trekking yaparak ister teleferik ile olsun, bir şekilde yukarı çıktınız mı Table Mountain inanılmaz manzaralar sunuyor. Aynı zamanda çok güzel bir bitki örtüsüne sahip ve değişik hayvanlara da ev sahipliği yapıyor.

table mountain

table mountain

Bir akşam güneş batışını izlemek için şehrin simgelerinden olan Signal Hill’e gittik. Hayatımda izlediğim en büyülü günbatımı olabilir. Dönüşümüz biraz sancılı olmuştu gerçi çünkü hiçbir Uber aracı bizi dağın tepesinde ve şehrin ters bir tarafında kalan bu yamaçtan almaya gelmedi ve biz bir araç bulana kadar karanlıkta bir başımıza neredeyse aşağı kadar yürümüştük. O yüzden eğer aracınız varsa, Signal Hill'e kendiniz gidin. Park yeri bulmak biraz sıkıntı olabilir ama birkaç tur attıktan sonra illa ki bir yer bulunur.

signal hill

Bo-Kaap Cape Town’da Müslümanların yaşadığı bir mahalle. Hani internette sıklıkla denk geldiğimiz rengarenk evler var ya, işte o evler Bo-Kaap’da. Çok büyük bir mahalle değil açıkçası, sadece birkaç sokaktan meydana geliyor ama inanılmaz fotojenik bir yer ve Cape Town’a gitmişken bence uğrayıp birkaç kare fotoğraf çekmeden dönülmemesi gerekiyor.

bo kaap

bo kaap


Bir günümüzü Hop-on Hop-Off tur otobüsüne ayırdık. Bilet satan acente ve otobüslerin ilk durağı hemen evimizin yanındaydı. Bu sebeple hayatımızda ilk defa böyle turistik bir aktiviteye katıldık ama hiç pişman olmadık, tersine çok eğlendik. Yalnız otobüsün üst katı açık olduğu için, keşke burada otururken güneş kremi sürmeyi akıl etseymişiz, çünkü bu bildiğiniz güneş değil, Afrika güneşi. Bir günde ne kadar yandığımızı hayal gücünüze bırakıyorum : )
Bu arada tur otobüsünde iki farklı rota var, siz görmek istediğiniz yerlere göre bir rotayı tercih ediyorsunuz. Ve otobüste Türkçe dil seçeneği de mevcut. Bizim tur otobüsündeki ilk durağımız Kirstenbosch National Botanical Garden oldu. İnanılmaz büyük, inanılmaz renkli, çok rahat bir şekilde saatler geçirebileceğiniz, dikkat etmezseniz gezerken kaybolabileceğiniz, gitmişken yanımıza keşke bir şeyler alsaydık da şu ağacın altında piknik yapsaydık diyeceğiniz bir yer burası. İçindeki bitki çeşitliliğinden bahsetmiyorum bile. 

Kirstenbosch National Botanical Garden

Kirstenbosch National Botanical Garden

Bu güzel parkı gezdikten sonra tekrar otobüsümüze binip sahildeki semtleri gezdik. Camps Bay, Seapoint, Cliffton Plajları gibi. Bu semtlerde daha çok Cape Town'un zengin kesimi yaşıyor. Bence aralarından en güzeli Cliffton Beach, en turistik olanı ise Camps Bay. Gözünüz yiyorsa buralardan denize de girebilirsiniz ama insanlar genelde plajda takılmayı tercih ediyorlar çünkü su inanılmaz soğuk. Sebebi ise mevsim itibariyle güney kutbunda eriyen buzullar.

camps bay

camps bay

cliffton beach

Ertesi gün kiraladığımız arabayı teslim alma günümüzdü. Arabayı teslim alırken görevlinin önerisi ile full kapsam sigorta yaptırdık ve haliyle ödeyeceğimiz rakam yükseldi. Ama buradaki suç oranı, araba hırsızlığı gibi noktaları göz ardı edemedik.
Arabayı kiraladığımız gibi ilk işimiz ünlü Chapman’s Peak yolundan geçmek oldu. Bu yol yaklaşık yarım saat kadar sürüyor. Ücretli, bir gidiş bir geliş, çok virajlı ama sunduğu manzaralar öyle böyle değil. Hele bir de gün batımına denk gelirseniz…

Chapman’s Peak Drive

Cape Town’a gitmeden önce şehrin kuzeyinde kalan çok salaş bir restoranda rezervasyon yaptırmıştık. Bu restoran deniz kenarında. Kumsalda tahta masalarda yalın ayak oturup, size ardı ardına sunulan 10 çeşit balık ağırlıklı yemeği yiyorsunuz. İstiyorsanız oradan da içeceğinizi temin edebilirsiniz ama kendi içkinizi yanınızda getirmek serbest. Die Strandloper isimli bu şirin mekanda olay aslında yemek yemek değil, o salaş havayı solumak ve bir tam gün aktivitesine dönüşen güzel bir gün geçirmek.  Yemekler mekanın tam ortasında yanan ateş üstündeki ocaklarda pişiyor, taze taze sunuluyor. Çatal bıçak yok, temizlenmiş midyeleri kullanıyorsunuz çatal bıçak yerine. Çok değişik bir deneyimdi ama bir o kadar da keyifli bir gündü. 

Die Strandloper

Die Strandloper

Die Strandloper

Die Strandloper

Buraya kadar gelmişken West Coast National Park’a da uğramamak olmazdı. Burada minik bir koy bulduk ve korunaklı kaldığı için bir nebze daha ılık olan suya bile girdik. O yediğimiz 10 öğünü bir şekilde eritmemiz gerekiyordu, değil mi : )

West Coast National Park

West Coast National Park


Başka bir gün Noordhoek yakınlarında Cape Point Vineyards'a gittik. Community Market denen bir şey vardı o gün. Yani iç mekanda içecek ve yiyecek standları var; bunlardan istediğiniz aldıktan sonra göl kenarındaki çimlerde oturup manzaranın keyfini çıkartıyorsunuz. Hayatımda geçirdiğim en huzur dolu birkaç saati orada geçirmiş olabilirim. Bir de çok romantik bir evlenme teklifine şahit olmuştuk.

Noordhoek


Cape Point Vineyards

Cape Point Vineyards


Elveda Cape Town, Ver elini Simons Town
Ve artık Cape Town’dan ayrılıp Simons Town’a geçme günümüz gelmişti. Birkaç gün de burada kalacak ve çevreyi burayı merkez alarak gezecektik. Simons Town minik bir sahil kasabası. En meşhur olduğu şey ise Boulders Beach ve orada yaşayan penguenler.

simons town

Boulders Beach inanılmaz kalabalık oluyor. Yanyana plajlardan oluşuyor, bir plajdan diğerine geçmek için kayaların ya üstünden tırmanmanız ya da altından sürünmeniz gerekiyor. Tabi ki herkes bu tarz aktivitelerde bulunmayı tercih etmediğinden ilk plajdan sonraki plajlar daha az kalabalık oluyor. Burada penguenlerle yan yana oturup gününüzü geçirebiliyorsunuz. Hayatımda hiç bu kadar çok fotoğraf çektiğimi hatırlamıyorum. O kadar şirinler ki; paytak paytak yürüyüşleri, sakin sakin uyuyuşları, kardeş kardeş oynaşmaları… Çektiğiniz hiçbir fotoğraf yetmiyor sanki. Bir kare daha, bir kare daha derken hafızalar doluyor…

boulders beach, simons town

boulders beach, simons town

boulders beach, simons town

Yan yana sıralanmış renkli bungalovların olduğu bir plaj var ya; işte orası ünlü surf plajı Muizenberg. Sanki etrafta sizden başkası yokmuş gibi fotoğraf çektirmek mümkün ama işin doğrusu plaj aslında inanılmaz kalabalık. Aynı renkli bungalovlardan hemen yan koy olan St James Beach’de de var ve burası sanki biraz daha tenha. 

muizenberg

muizenberg

Hout Bay ise fokları görmek, sahilde oturup soğuk bir bira eşliğinde enfes deniz ürünleri yemek için gidilebilecek minik bir sahil kasabası. Özellikle Chapmans Peak Hotel'in kalamarı çok meşhur ve terasında oturup fokları izleyebilirsiniz.

hout bay


Bilmiyorum duymuş muydunuz ama Güney Afrika’nın şarapları çok meşhur. Üzüm bağları ve şarap evlerinin toplandığı alan ise Stellenbosch ve Franschhoek. Bir günümüzü buralarda dolanarak geçirdik. Birçok bağ evi var ve istediğinize gidip ister tadım yapıyorsunuz, isterseniz de oturup adam akıllı bir yemek yiyorsunuz. Şaraplar gerçekten efsane. Hele Pinotaj denen özel bir üzümleri mevcut ki, ne siz sorun ne ben anlatayım. İçtiğim en güzel kırmızı şarap olabilir, tadı hala damağımda.

Stellenbosch, Franschhoek

Stellenbosch, Franschhoek

Stellenbosch, Franschhoek

Bir de bütün bu bağ evleri arasında işleyen bir tramvay var, ama bizim gibi son tramvayı kaçırırsanız kendi ulaşımınızı kendiniz sağlamanız gerekiyor. Neyse ki biz buraya kendi aracımız ile gelmiştik ve geniş bir çevreye yayılmış bu bağ evlerinden bazılarını gezme ve iki tanesinde oturup tadım yapma şansımız oldu.  
Güney Afrika’nın en ucu olan ve denizcilerin korkulu rüyası olarak anılan Cape of Good Hope yani Ümit Burnu çok büyük bir milli park. Farklı trekking rotaları mevcut. Ve her yerde hırsız babunlar var. Bir babun gözümün önünde bir kadının elinden sandviçini çaldı. Kadın korkudan kalp krizi geçirecekti neredeyse… Önce Cape Point fenerine çıktık. Buraya finiküler ile çıktık, yürüyerek aşağı indik. Gördüklerimiz tek kelimeyle muh-te-şem idi. Uzun bir trekking sonrası vardığımız Ümit Burnu’nu dönen bir yelkenliye şahit olmak ise taze bir yelkenci olarak tüylerimi diken diken etmeye yetti. Ben de bir gün bilmediğim denizlerde yelken açacak ve o duyguyu tadacağım umarım.

cape of good hope

cape of good hope

cape of good hope

cape of good hope

Cape Town civarındayken yaptığımız bir diğer aktivite ise The Old Biscuit Mill’e gitmek oldu. Burası haftada bir gün panayır havasında takılan; tasarım dükkanların, çeşit çeşit yemek standlarının, restoranların, hatta canlı müzik dinletilerinin yer aldığı inanılmaz tarz bir mekan. Aynı kendisi gibi tarz olan Woodstock semtinde yer alıyor. Kendimi bir an üniversite bahar şenliklerinde gibi hissettiğim The Old Biscuit Mill’den çok keyif almıştım. Keşke birden fazla gitme şansım olsaydı.

the old biscuit mill, woodstock


Kruger National Park
Aslında sadece Cape Town civarına gidecekseniz aşı olmanıza gerek yok ama Kruger Ulusal Parkı’na uğramayı düşünüyorsanız seyahat öncesi size en yakın seyahat sağlık merkezine uğramanızı öneririm. Çünkü bölgede sıtma ihtimali var ve sizin de daha parka gitmeden önce önleyici sıtma haplarına başlamanız gerekiyor. Bir 4 gün kaldığımız için gitmeden önce başlamak ve Türkiye’ye döndükten sonra da devam etmek üzere toplam 4 sıtma önleyici hap içmiştik. Sıtma virüsü sivrisinekler aracılığı ile taşındığı için bolca sinek ilacı da cabası…
Kruger çok büyük bir park. İsterseniz park içinde yer alan kamplarda, isterseniz de parkın farklı kapılarına yakın kasabalardan birinde kalabilirsiniz. Park içindeki kamp alanları dışarıdakilere oranla çok pahalı. Bu sebeple biz parkın kapılarından birine yakın olan Hazyview isimli bir kasabada kaldık. Kaldığımız otelde kocaman bungalovlar vardı. Yanımızda bir de Güney Afrikalı arkadaşımız olduğu için hiç yabancılık çekmedik. O bizi Nelspruit havalimanından aldı ve evimize yerleştik. Her yer yemyeşil, gördüğüm en sevimli hayvan olan impalalar koşturuyor çayırlarda. Gece olunca hiçbir ışık kalmıyor ve etrafta yaban hayvanların sesinden başka hiçbir ses duyulmuyor. Bir de akşamları kaldığınız evden pek uzaklaşmamanız gerekiyor çünkü etrafta dolaşan bir hipopotamla veya timsahla karşılaşma ihtimaliniz çok yüksek. Daha önce hiç böyle bir deneyim yaşamamıştım, çok keyif aldım.

hazyview

hazyview

Orada kaldığımız günler boyunca her gün gerek sabahın köründe gerekse de gün ortasında parka giriş yaptık. Park kapıları sabah erkenden açılıyor ve hava kararmasına yakın kapanıyor. Hangi saatte içeri girmiş olursanız olun, kapılar kapanmadan dışarı çıkmanız gerekiyor.
Park bizdeki doğal yaşam parkları gibi değil tabi ki. Hayvanlar içeride serbest dolaşıyorlar ve siz parka girerek onların yaşam alanlarına girmiş oluyorsunuz. Bu sebeple aracınızdan çıkmak, özel dinlenme alanları hariç serbestçe dolaşmak tehlikeli. Aracınızla park içinde, çevrede dolaşan hayvanları görebilmek için çok yavaş bir şekilde dolaşıp duruyorsunuz. Park içindeki temel aktivite bu şekilde. Bol bol fil, zürafa, timsah, maymun, hipopotam, geyik ve bir kere de leopar gördük. Leoparlar avını (impala örneğine şahit olduk biz) gündüz avlamışsa, onu başka avcı hayvanlar yemesin diye bir ağaca çıkarıp orada bırakıyor. Ve sen ağaçta asılı duran ölmüş bir impalaya tanık olursan anlıyorsun ki leopar her an gelip ziyafetine başlayacak. Bu tabi ki benim tanık olmak istemeyeceğim bir an ama doğal yaşamın da ta kendisi aynı zamanda. Ve insanlar bu ana tanık olmak için saatlerce yol kenarında arabalarının içinde bekliyorlar.

kruger national park

kruger national park

kruger national park

kruger national park

kruger national park


Suçluların Başkenti Johannesburg
Johannesburg Güney Afrika’nın en ticari şehri. En fazla iş imkanı bu şehirde var. Tabi suç oranı da en çok burada yaygın. Kapının önüne park ettiğin arabanı sabah evden çıktığında yerinde bulamamak çok olağan bir durum. Kaldığımız evin karşısındaki büyük parkta dolaşırken geçtiğimiz hafta burada bir ceset bulunduğunu öğrenmiştik.
Bu bilgiler belki suç oranlarının çok düşük olduğu Kuzey Avrupa vatandaşlarını tedirgin ediyordur ama bizce Güney Afrika Türkiye’den tehlikeli değil. Ülkede bulunduğumuz süre boyunca gerekli özeni gösterdik ve başımıza hiçbir kötü hadise gelmedi.
Johannesburg’da insanlar çok güzel evlerde, bahçeli villalarda oturuyorlar. Ama bu villalar hep yüksek duvarlar ve elektrikli çitlerle kaplı. İnsanlar bir yere gideceklerse, güvenlik sebebiyle yürümek yerine arabalarıyla gitmeyi tercih ediyorlar. 
Sadece bir gün kaldığımız bu şehri çok fazla gezmedik ama gezdiğimiz diğer yerler o kadar güzeldi ve bizi o kadar mutlu etti ki, burasının eksikliğine o kadar da fazla üzülmedim.
G. Afrika’da havalimanlarında çok yaygın olan bir uygulama ise bagajınızı streç film ile kaplatmak. Daha önce başka yerlerde de gördüğüm ama hiç anlam veremediğim bu uygulama da anlam kazanmış oldu benim için. Hırsızlık o kadar yaygın ki, içlerinden bir şey çalınmasın diye kaplanıyor çantalar. 
Hediye alma işini havalimanına bırakmamak gerekiyor çünkü havalimanındaki mağazalar inanılmaz pahalı. En mantıklı alışveriş yeri Cape Town'daki Green Market'te kurulan standlar.  Maskeden takıya, masa örtüsünden elbiseye her şeyi burada bulmak mümkün. Ama en önemli nokta pazarlık. Pazarlık becerinize bağlı olarak fiyatlar yüzde elliden fazla düşebiliyor. 

              ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** **

Aradan bu kadar zaman geçmiş olmasına rağmen, şimdi geriye dönüp baktığımda Güney Afrika seyahatinin en güzel seyahatlerimden biri olduğunu düşünüyorum. Diğer gezilerimden çok farklıydı, çok kendine özgüydü. Kesinlikle bir daha gitmek isterim. Ama dünya o kadar büyük ve keşfedecek o kadar çok yeri var ki, bilmiyorum aynı yere bir daha sıra gelir mi…

johannesburg